Bir sihirli söz düşünün, kılıç olup başlarda gezen, yine aynı söz ki tek hamlede savaşlar kesen. Ne taht bırakan, ne baht, kendinden gayri. Ama kader ağlarını o sözün sahibine öyle bir örüyor ki, o meş'um kelime zaman geliyor evlâtlarının başını gövdesinden alıyor. Kendi diliyle yağ ile balını ağulu aş ediyor efendisine.
Hiçbir Osmanlı padişahına nasib olmamış olan 46 yıl gibi uzun bir süre cihana hükmeden Muhteşem Süleyman, ne yazık ki bu yarım asırlık dönemi, acıların en büyüğü olan evlât acılarıyla geçirmiş, sekiz oğlundan yedisinin ölümüne şahit olmuştu. Bunlardan Murad, Mahmud ve Abdullah henüz çocuk yaşta gözlerini hayata yumarken, nur-i ayini şehzadeler güzidesi Sultan Mehmed ile, ömrünü sırtına yüklediği gam yükü ile geçiren Cihangir, gençlik çağında hayatının baharında toprağa gark olan taze fidanlar misali göçüp gitmişlerdi.
Ulu Sultan, geriye kalan oğullarından yüce gönüllü yiğit alperenler, Mustafa ve Bayezid'in öldürülmesi için nişan-ı şerif-i alişan hükmünü kendisi vermek zorunda kalmıştı da, koca cihanın mülkü en gerideki tek oğlan Sarı Selim'e kala kalmıştı.