Anonim writes "
İsmail Tosun Saral
Em.İş Bankası Müdürü
Türk Macar Dostluk Derneği Yön. Kur. Üyesi
saraltosun@hotmail.com
Macarların Eger, Almanların Erlay, Osmanlı Türklerinin Eğre veya Eğri diye adlandırılan kale, dost ve kardeş Macaristan’ın Heves İlinin merkezidir. Mâtra ve Bükk dağlarının arasında, Eger nehrinin vadisindedir. Stratejik durumu ve zengin maden yatakların varlığı nedenleri ile kale Macar asilzadeleri ve Kral Ferdinand tarafından tahkim edilmişti. Kale ilk defa Sultan Süleyman zamanında 1552 yılında ikinci vezir Kara Ahmet Paşa tarafından kuşatıldı. Kaleyi Macar Komutan István Dobo savunuyordu. İkibin kişilik Macar kuvveti 45 gün kadar kaleyi savundu. (Kaynak: ML)
Peçevî Eğri Kalesi’nin ilk kuşatılmasını şöyle anlatmaktadır:
Sonluk Kalesi’nin fethinden sonra şanlı serdar, beylerbeyiler, beyler, ağalar ve tüm gaziler Eğri Kalesi’ne varıp kuşattılar. Tam kırkbeş gün o denli uğraştılar ki hiçbir kalede böylesi görülmüş değildi. Bu uğraşta nice gazi şehit olarak sonsuz yaşama kavuştular ki sayıları hesaba sığmazdı. Ama henüz vakit ermemiş olduğundan bütün bu çabalar olumlu sonuç vermedi. Ancak, her yöne akınlar salınıp sayısız ganimetler derlendi. Görünüşte kalenin fethini engelliyen tek sebep, havaların değişerek kışın gelmesi idi. Kar ve yağmur çadırlarda barınmaya imkân bırakmadı. Bütün yıl boyunca kaleyi kuşatmada çekilen zorluk ve ağırlığın üstüne kış da gelip bastırınca, geri dönmek gerekti. Böylece şevval ayının on yedisinde ( 7 Eylül 1552) kuşatma kaldırıldı.”(kaynak: Pecevî Tarihi,Cilt I, Hazırlıyan Bekir Sıtkı Baykal, TC Kültür Bakanlığı Yayını 1999, s.285)
“Rahmetli Gazi Sultan Süleyman Han hangi kale üzerine yürüdü ise, Yüve Tanrı’nın inayeti ile, Beç (Viyana), Eğri ve Malta dışındakilerin hepsini almayı başardı. Ama Eğri Kalesi’nin fethi, meğer zamanını bekliyormuş ve bu zamanda rahmetli Sultan Mehmet’in kaderinde yazılıymış.
Pecevî anlatmaya devam etmektedir: “Eğri Kalesi’nin fethi, Allahın takdirinde Sultan III. Mehmet’e –yüce Tanrı’nın rahmeti üzerinde olsun- nasipmiş. 1 Sefer 1005 (1 Eylül 1596 ) günü Padişah hazretleri Eğre sahrasına kondu ve büyük varoşa hücum olunması fermanını verdi. Ama asker henüz konmak ve çadırlarını kurmak işleriyle uğraştığından saldırı ertelendi. O gece ise düşman, varoşu bırakıp kale içine çekildi. Sabehleyin İslam askeri varoşa girerek ganimete kavuştular. Aynı gün metrisler düzenlenmeye başlandı. Anadolu Beylerbeyi rahmetli efendimiz Vezir Mehmet Paşa’ya sekiz tane kaledöven top verildi. Bunlar kuzey yönden kaleye hakim olan yere tabiye edilerek yakınında metrisler kuruldu. Tıpki kâfirlerin Estergon’da yaptıkları gibi, burada da bizimkiler bazen sekiz topu birden biryere ya da bir taşanişan tutup öyle ateş ederlerdi ki, sanki daneler birbirlerine üzerine yığılırlardı. Bazen de tümüyle, birbirinin sesi henüz kesilmeden öbürünü ateşlerdi. Bütün asker, Mehmet Paşa kale dövmeyi Estergon’da öğrendi derlerdi.Öteki kollarda da aynı yöntem uygulanıyordu. İki, üç kez lağım da yapıldı ve epeyce büyük bir duvar kesimi yıkılarak gedik açıldı. Ama gedik fazlaca yüksekte olduğundan hücum yapılamadı. Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa toprak sürdü. Bir gün hücum emri de verildi, ama sonuç alınamadı. Sonra rahmetlinin bayraktarı olan KOZON MEHMET AĞA- ki Ösek’te yerleşmiş bir zeamet alıp orada kalmıştı- duvarın dibinde sinip gözlerken bir fırsatını bulup elindeki bayrakla kale bedenine çıktı. Hemen peşinden öteki İslâm gazileri de fırladılar ve kâfir kaçtı dediler. O sırada Nemçe Kalesi dedikleri yeri fethettiler. Ondan sonra kâfirler, iç kaleye fazla yüklenildiğini görünce aynı ayın on dördüncü günü aman dilediler ve birkaç beyzadelerini saadetli padişaha gönderdiler. Onlara kaftanlar giydirildi ve ellerine aman kağıdı verildi. Onlar da kendi inançlarına görew “bindiğim at ve kuşandığım kılıç hakkı için” diye ant verdikten sonra padişah hattı ile amanları çıkmıştı. Ancak, aman kağıdına “Eğre’den çıkan beylere ve beyzadelere mahsustur” kaydı düşülmüş idi. Bunları defalarca ellerinde gördük.”
Eğri’nin fethinde Çağalzade Sinan Paşa, Hadım Cafer Paşa, Rumeli Beylerbeyi Vezir Hasan Paşa, Cerrah Mehmet Paşa, Lala Mehmet Paşa gibi devlet adamlarımız görev yaptılar. Fetihten sonra Eğri Budin’e bağlı bir sancak haline getirildi. 1596 dan sonra Szolmok, Hatvam, Szegedin, Fübk ve Szécseny livalarını içine alan bir eyalet haline getirildi.
1683 yılındaki meşum Viyana bozgunundan sonra Eğri Kalesi Macaristan’da en son kaybedilen kalelerden biri oldu. 1687 de Avusturya Komutanı General Caraffa tarafından teslim alındı. Böylelikle Macaristan’daki son Türk kaleside ebediyen elimizden çıkmış oldu.
Eğri’de bu gün bizden kalan son hatıra şehir merkezindeki 35 metre yüksekliğinde ve kaidesi 14 köşeli bir minare’dir. Avusturyalı işgalcilerin bütün yıkımlarına karşı bizi seven Macarların büyük bir kadirşinaslıkla koruduğu bir kültür mirasımızdır.
Eğri Kalesinin fethi dolayısıyla Çatal-zâde şu tarihi düşmüştür.
“Nemseden Sultan Mehmed aldı Eğre Kalesin (1005)”
Nev’î ise bu mutlu olayla ilgili olarak şu tarihi düşmüştür:
“Togruldu Egri fethine lutf – ı Hudâ’yı gör
Zamm oldı ana kesr – i adûdan hezar feth”
Devrin şairi Nev’î “Divan”ında Padişah III. Mehmet, Çağalzade Sinan Paşa ve İbrahim Paşa’ya övücü manzumeler yazarak ebedileştirmiştir.
Berây – ı Sultân Mehemmed Der Kudûm – ı Âvâz – ı Sefer – i Egri
İrişti kasr – ı Havernak’da revnâk – ı eyyâm
Ki zabt – ı gûr – ı ‘adûya bulundı bir Behrâm
Zihî huceste mekân ü zamân – ı emn ü ferâg
Zihî kudûm – i mübârek duhûl – i dâr – ı selâm
Kü’ûs – ı ‘işrete tebdîl olundı kûs – i rahîl
Dimâ – ı kelle – i a’dâ yirine mâ’ – i müdâm
Zamân – ı devlet – i Sultân Muhammedî’dür kim
Zamâne serkeşini eyledi rikâbına râm
Nice zamân-idi bu mîşenün sibâ’ından
Şeri’at olmış-idi hûn – ı mîşe hükm – i harâm
Gazâle pence – i şîr olmış-idi şâne – i mûy
Hüsâm ü tebrini atmışdı hâke Rüstem ü Sâm
Biri biri ile kûhsâr içinde kan yalaşup
Birâder olmış-idi şâhbâz u kebk ü hamâm
Egerçi sûret- i selm ü salâh zâhir idi
Fesâd – ı ‘âkıbetinden alurdı bûy meşâm
Mizâc – ı ‘âleme gelmişdi ihtilâl ü fesâd
Emîr – i kâhire muhtâc idi salâh – ı enâm
Fütûr – ı silsile – i devlete bi-hamdi’llâh
Bu dürr – i tâc – ı zafer virdi kuvvet-ile nizâm
Geçürdi cümle kılıçdan cünûd – ı küffârı
Sırât – ı tîgi kıyâmet kopardı hasma tamâm
Ebü’l-cihâd lakabı ana gökten indi bugün
Egerçi bir de Ebü’l-feth diyü kondı nâm
Mukâbil olmadugı leşkerün meger ol kim
‘Adû yirine sayılmadı ol cünûd – ı li’âm
İderdü gün gibi şeh darb – ı dest ile teshîr
Gürûh – ı garba kılıç çekmese sipâh – ı ‘avâm
Huzûrı uçmış idi mürg – i rûh – ı a’dûnun
Mecal olur mı seyr – i sehm ü nîzede ârâm
Ser ü siper ki mukaddem döküldi ma’rekede
‘Acep degül ki dökülür şikâra dâne vü dâm
Önine bakma işün fikr – i ‘âkıbet eyle
Ne var takaddüm – i şerden olınca hayr hitâm
Resûl – i Hazret – i Bârî Muhammed – i ‘Arabî
Ki “mâ rameyte” ile saçdı rûy – i hasma katâm
Bu sırrı sana “elem neşrah” ile şerh itdi
Zamân – ı ‘üsri kılup vakt – i yüsr – ile itmâm
Mübeşşirât – ı melâ’ik bu vakti bilmek içün
Atardı rumh u sihâm ile kur’a – i ilhâm
Çü düşdi sehm – i zafer pâdişâh – ı devrâna
Nasîb – i cünd – i ‘adû oldı zahm – ı rumh u sınân
Okurdı “ inne me’a’l-üsri yüsran “ âyetini
Lisân – ı ‘azb-ile âfâka rumh u tîr ü hüsâm
Şehâ sürûr-ile ikbâl-ile safâ geldün
Cemâl – i pâküne müştâk idi havâss u ‘avâm
Hadîd – i tîg ile ye’cûc – ı hasmı men’itdün
Misâl – i sedd – i Sikender tutup sebât
Karinün oldı zafer iy mücâhid – i ekber
Hemîşe gâ’ib erenler huzûrun ide makâm
Bu müjde rûhını Sultân Murâd’un itsün şâd
Cenâb – ı merkad – i pâkine bin dürûd u selâm
Mübârek ide Sıtanbul’a makdemün Mevlâ
Salâh u sulha mübeddel ola fesâd – ı enâm
Beden ki olmaya rûhı mizâcı fâsid olur
Ki tende cân gibidür pâdişâh – ı nîkû-nâm
Pür eyledüm dür – i medhünle gûş – ı âfâkı
Henûz yok dahı silk – i maXşetümde nizâm
Gınâ-yı ‘ayş ü hayâtum şarab – ı zehr – i emel
Zülâl – i ‘âfiyetüm kahr – ı dehr – i nâ-fercâm
O pâdişâh kim itdi cihânı yoktan var
Kodı netîce – i nutk - ı femünde mîm – i merâm
Ne var bu bendeyi kılsan karîn – i silk – i kabûl
İdüp anı şeref – i hizmetünle istihdâm
Nite ki gussa vü şâdi vü girye vü hande
Biri birin müte’âkib ola sabâh ile şâm
Sa’âdetün güneşi hergiz olmaya gârib
Sabâh – ı devletüne virmeye keder ahşâm
Sabâh sancagın âfâka dikdügince Hudâ
Livâ-yı kâmetüni ide râyet – i İslâm.
Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün
Der Vasf – ı Ceng – i Tâbûr – ı Cıgala-zâde Sinân Pâşâ
Der Sefer – i Egri
Mücâhid fî – sebîli’llâh Sinân Pâşâ-yı ceng – âver
Kim oldur cân u ser virür fedâyîlerde ser – defter
Hadîd – i tîgıla mesdûd idüp haşmun güzer – gâhın
Olup Ye’cûc – ı küffâra misâl – i sedd – i İskender
Gehî şâhun kafâsında nigehbânı vü hem-pâsı
Gehî şaff – ı mübârizlerde ser-bâzân-ile hem-ser
Meger tayyâr idi olmış sihâm ü şeşper ü şehper
Yâhûd Hızr u Mesîhâ iidi kim tayy- i mekân eyler
Yalın yüzlü yanında salınan ol tîg – ı cevher-dâr
Muhattim câmelü başlar tıraş idici bir dilber
Şu’a’ – ı tîg u tîri şöyle rûşen kıldı âfâkı
Cünûd – ı garbı mahv itdi misâl – i husrev – i hâver
Şehâdet ana şerbetdür cerâhat merthem – i râhat
Kılıç tîmâr ana besdür livâ-yı nîzedür ser-ber
Akar bir demde bin hûn – ı ‘âdû mîzâb – ı rumhından
Elinde dem çeker gûyâ sinân – ı ejderhâ- peyker
Eritdi yüreği yagın ‘âdûnun nâr – ı harb-ile
Çerâgın dîde – i ‘Osmâniyânun kılmaga enver
Bu gün ol hizmet – i erkân – ı İslâm’ı tamâm itdi
Hudâvendân – ı devlet itmesünler hakkını ebter
Yazıldı hâme – i ruhm – ilşe vasfı şafha – i hâke
Zebân oldı senâ vü medhine şemşîr – ile hançer
Her kal’anun sürüp komayıp kâfirün kovar
Kalmadı oldı hep Komaran Ulkuvar feth
Vasfunda nazm – ı Nev’î’ye eyle nazar ki gör
Her beyti ‘ibret ehline bir reh – güzâr – ı feth
Bir nahl – i meyve-dâr- ı belâgat durur bu kim
Her şâh – ı mısra’ında biter berg ü bâr – ı feth
Yâ Rab nite ki tal’at – i mihr – i sipihr – ile
Her subh – dem ufukda ola der-kenâr feth
Olsun livâ-yı subh gibi ser-firâz o şeh
Hak eylesün karînini leyl ü nehâr feth
Olsun ‘ukâb – ı tîgına magz – ı ‘adû gıdâ
Minkâr – ı bâz – ı tîrine şayd ü şikâr feth
Vird – i zebân – ı hançeri feth-ile naşr olup
Âsânlıg – ile ola yemîn ü yesâr feth
Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’ilü Fâ’ilün
Berây – ı İbrâhîm Pâşâ Der Kudûm – i Âvâz – ı Sefer – i Egri
Sa’âdetle gelen iy dil meger ol sadr – ı a’lâdur
Mücâhid fî sebîli’llâh İbrâhîm Pâşâ’dur
Vezâret mührine hâtem sa’âdet sadrınun rûhı
Zafer menşûrına ebrûları vechinde tugrâdur
Zalâm – ı küfr – i garbı bir nefesde eyledi zâ’il
Mücellâ tîgına dirsem n’ola mâh – ı şeb-ârâdur
Cihâd – ı zümre – i küffâra olmışdur kemer-beste
Yanında salınur bir nev-cüvân – ı râhat-efzâdur
Kerem-bahşende lutfı meyve – i bâg – ı cinânîdür
Kadi bir ‘âlem – i bâlâda bitmiş nahl – i tûbâdur
Nazîrin görmedi kimse meger âyînede ‘aksin
Kerem-sâz u hüner-bîn olmada bî-misl ü hemtâdur
Müşîr – i milk – i dünyâdur Nizâmü’l-mülk – i Selçûkî
Anun zât – ı hümâyûnı nizâm – ı dîn ü dünyâdur
Vezâret mührinün nakşın kabûle müsta’idd olmış
Riyâzat âteşinde mûm olan cism – i musaffâdur
‘Arûs – ı devletün mühri ezelden hakkıdur anun
Degül her sadra lâyık fethi müşkil bir mu’ammâdur
‘Aceb hercâyî dilberdür gelür her sîneye ammâ
Kimine dâg – ı hasretdür kimine verd – i ra’nâdur
Zamân – ı gül gibi yıllar ol mâh-rû gelmez
Gelürse devr – i gül denlü karâr itmez temâşâdur
Şecâ’at vasfın ol kılmışdı harb – i kal’ada isbât
Ki ceng – i tîg ana nisbet neşât – ı câm – ı şahbâdur
Şehâdet ana şerbetdür cerâhat merhem – i râhat
Livâ-yırumh ana bir pâye – i makbûl – i a’lâdur
Vezîrün hizmeti ammâ bilinmez eski ‘âdetdür
Kemâlin kimse görmez çöpçe noksânı hüveydâdur
Zamâne halkı hergiz seçmez oldı hakkı bâtıldan
Bahîl – i devletün renc – i hasedden çeşmi a’mâdur
Tamâm itmişdür ol hep hizmetin erkân - ı İslâmun
Anundur her suver zâhirde sanman fazla ma’nâdur
Zarar virdi ‘adû-yı cünd – i İslâma perîşânlık
Ki olur her pâre bir nişter şikest – i şekl – i mînâdur
‘Acebdür kim perîşânlıkda hâsıl oldı cem’iyyet
Bilindi zıdd – ı eşyâ sandugun hep ‘ayn - i eşyâdur
Tâ’âkub itdügi ‘usr-ile yüsrün remz – i hikmetdür
Ki sırrı ‘âlem – i kevn ü fesâdun bunda peydâdur
Kılıç mâhîlerine şest idermiş sîneyi a’dâ
Gören ol leşkeri dir bir ‘aceb mevvâc deryâdur
Virürken kalbe ‘anber kuvvetin gâzîlerün hâki
Dimâgında olan hasm – ı sefîhün hâm sevdâdur
Mübeddel oldı nûra âhır oldı kesret – i zulmet
Bu ma’nî hâtırumda nokta – i hâl – i süveydâdur
Nitekim subh – ı sâdık sancagın ref’ eyleyüp hurşîd
Seherden feth – i milk – i zulmet – i garba müheyyâdur
Cihâdun kesr – i asnâm – ı cünûd – ı müşrikîn olsun
Du’âmuz Nev’iyâ budur kabûl idici Mevladur
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
Eğri ile ilgili en meşhur anonim türkü “Küffar Sanır Hüccet Almış Ergiyi” isimli türküdür.
Küffar sanır Hüccet almış Egriyi
Hali benzer nefes çekmiş, bengiye
Bire sorun Nemçeliye, Lehliye
Ne de çabuk unuttular Muhaç’ı
Seketvar’ı, Temeşvar’ı, Uyvar’ı
Haberler iletin Beç çesarına
Durman kılıçın sarsın donuna
Er ise buyursun er meydanına
Ne de çabuk unuttular Temeşvar’ı, Uyvar’ı
Ne de çabuk unuttular Muhaç’ı
Seketvar’ı, Tameşvar’ı, Uyvar’ı
So olarak XVII yüz yılın meşhur şairi Gevherî’nin Uyvar önünde şehid düşen Eğrili Ahmed Ağa için söylediği koşma’yı sunuyorum.. Eğrili Ahmed Ağa Eğri Kalesinin Sol Kol Ağası ve Alay Beyi olup Gevherî’nin büyük babasıdır.
Koşma
Gâzîlerin ser – efrâzı ağası,
Vasfını söyleyen diller ağlasun.
Bunca guzat ile o kahramanın,
Gazâya eştiği yollar ağlasun.
Gazâ mişesinin böbr – ü – pelengi,
Fisebilillah’dı gazâsı, cengi,
Kaplan postu ile altun çelengi,
Bile takındığı teller ağlasun.
Nam – ı Hakkı dilden tekrar eyleyen,
Secâat gevherin ızhâr eyleyen,
Gece gündüz ana timar eyleten,
Yarasını saran eller ağlasun.
Din uğruna daim giderdi yola,
Ettiği gazâlar gelir mi dik,
Hısım akrabası kardeşi bile,
Hizmetinde olan kullar ağlasun.
Gevherî sırrına sırdaş olanlar,
Serhadlerde ana pâdaş olanlar,
Gazâda kendüye yoldaş olanlar,
Döküp gözlerinden kanlar ağlasun.
Hepsinin ruhu şad olsun!
Not: "